Şu mutfak tezgahımda kimbilir kaç kere kaç çeşit kabak buluşmuştur ya, sonra hepsi ayrılıp kendi yoluna gitmiştir. Sakız kabağı ile balkabağının tanışıp anlaşıp dolma olmaya karar vermeleri de bir ilk. İkna olmalarında benim parmağım var tabii. İçim içime sığmıyor. Ya tutmazsa...
Yok evelallah, kaçmaz benden.
Oldu bilin siz de.
Kocaman bir soğan,
Bu güzel Golden Kız üç yaşında. Kendisine yeni bir yuva arıyormuş...
Golden Retriever aile ortamına çok uygun, birlikte yaşaması gerçekten keyifli bir dost.
İlgilenenler, Gelin Kızım Nurcihan ile (532) 387- 4623'ten bağlantıya
geçebilir.
Uzun ince cayenne dedikleri acıların acısı biberleri yakıştıracak yer arıyorum. Kuru fasulyeme iyi geldiydi bir tanesi. Bir başkası sızma içinde boğulmuş, sızmadan bunun acısını çıkaracağı günü beklemekte. Zaten altı taneye cesaret etmişim ancak alırken, elde var dört. Aldım dördünü de karşıma, ne olmak isterlermiş bakalım diye sorgu sual etmekteyim.
Harika bir
Aman da ne önemli bir iş becerdim demem doğru olmaz. Çünkü çok basit. Bütün iş mutfağa benimle birlikte sihirbazımın girmesinde. O biliyor, O yapıyor..; O, beni deli ediyor. Yapmak istediğim sadece, tuzlu suda brokoli haşlamaktı... Limon sızma ikilisiyle bir güzel tatlandıracak ve kocaman bir çanakta yiyecektim.
Önce çiçek çiçek ayırdığım brokoliyi soktum
Sarıkanat alıyorum o sırada. Sarıkanata sarıkanat demek yasaklanmış. Olta lüfer sana özel, diyor balıkçı. Yersen. Ben yerim.
Üç liraya hamsi var yanı sıra. 35 liraya sarıkanat alana ayıklıyorlar bir de, bonus. Mis gibi. Almayanı döverler.
Balıkçının yanıbaşında neci olur? Yeşillikçi. Kuzukulağı harika. Kırmızılık olarak
Dondurucuya attım sözde, tabiri böyle ya, koymak kaldırmak değil, atmak... Eylül palamutlarım bunlar, kışı bekletmeye niyet etmiştim ama doyamamışım demek ki palamut yemelere, bu da demek ki devam etmeli palamutlu denemelere. Pilakisini yaptım. Üç aşağı beş yukarıdır pilaki yapımı. Bildik bir harcı vardır, o harçtır ki her pilakiyi pilaki yapar.
Bol soğan
Annem Selma'nın deyişi, helvacı kabağı idi. Çabuk pişene öyle der. Ateşe direniyorsa eğer kestane kabağıdır. Balkabağı işte, turuncusu koyu, kokusu baskın. Aldırmış, fazla geldiğinden yarısını pişirmiş. Bildiğimiz gibi pişirmiş tabii. Akşamdan şekere basarsın, sabahına da koyverdiği suda pişirirsin tıkır tıkır. Aynı hafta içinde Ablam Hülya'da da enfes bir kabak
Burası sebzesepeti.com.tr . Şimdi reklamlar :)
Zeytinin fotoğrafı tamam da, çekirdeği neden burada? Güzel kafamı boyalı zeytinlere taktığım için. Şöyle şeyler de okuyunca, aldığım zeytinlerin tadından ziyade çekirdeklerinin rengini kontrol eder oldum nice zamandır. Kömür karası oluyorlar ya, olmasınlar; onlar bence de yüzde doksandokuz boyalı. Küçük kolimden
Neredeyse palamut suyu sıkıp içmeye geldi sıra. Evden iki adım atsam, karşıma palamutlarının üçünü beşini üç beş paraya satmak için dolaşan balıkçılarla burun buruna geliyorum. Gelince alıyorum, alınca da yiyorum tabii. Çeşitlerimi saymakla bitiremem. Bazı saçmaladığımı zannetsem de, sonunda hep ağzımın tadına uygun tatlar çıkıyor.
Tagliatelle all'uovo,
Tipi aynen süpürgeli cadı gibi ama bu süpürgelisi değil sepetlisi. İcadiye Çarşamba Pazarı'nın en başında, peynircinin hemen yanında... Dişleri seyrek, elleri titrek, giyimi evlere şenlik..., bu cadı benim mevsimlik cadım. Kavak incircim. Bizim buralar incir ağacından yana cennettir. Çocuğunu büyüğünü doyurur incire.
Bizler o patlıcan moru, kabak yeşili
Bulgurotto benim keşfim. Her daim yapılan lâpamsı bulgur pilavları olabilir tabii amma, taa 2005'ten itibaren, yemek bloggerlarının ve TV ahçılarının yerlerinde henüz yeller eserken çeşit çeşidini yapmaya başlamış ve adını da bulgurotto koymuşum ya, siz ona bakın .
Dört tane ruganları pırıl pırıl kemer patlıcanım vardı. Henüz başlarına ne geleceğini bilmiyorlardı. Dolapta
Dünyamız fena halde değişiyor. Gayri tuzumuzu ıslak/nemli de alabiliyoruz artık. Böyle yapınca daha bir gourmet oluyoruz hattâ. Hattâ nemli tuzumuzu kırtkırtlayan özel değirmenler var. Asya rayihalarıyla zenginleştirilen Himalaya tuzu (Everest Wet Salt) ile mutfakların lezzetine doyum olmuyormuş meselâ. Trüf mantarlısının da...
Neyse şimdilik
Yapmasam olmazdı. Mevsimi değil kaçışlarına sığınmadım hiç. Yaparken terledim ama bir de yerken görecektiniz. Sofraya bizimle kurulan toprak tenceremin, dumanı burnunda tüten muhteşem sıcağıyla bir lezzet felaketi yaşadık yani.
Kuru fasulyeyi, adetlerimize göre, tabii ki pilavla çok yakıştırırım. Lakin bir de İtalya'da edindiğim alışkanlığım vardır ki,
Çok uzaklardan, daha yakınlardan, hemen şuralardan; kargoya biner çıkar gelirler. Sevgiyle yolcu edilmiş, yolculukları iyi geçmiş, evime buyur edilmişlerdir. Koli açmanın verdiği müthiş keyiflerle sevinirim de sevinirim.
Mango Jalapeño Pepper Jam, yemeye doyulmayan bir tat. Et ve tavuk fırın / ızgaraların yanına çok yakıştırıyorum. Taa Amerika,
Bunca zamandır yaz yaz da, bir patlıcanlı pilavını yedirmemiş ol blog dostlarına. Baktım ki sadece çıtlatmışım konuyu ucundan kenarından, tembelliğe vurmuş nazarınıza sunmamışım.
Lafım meclisedir, güzel yaparım. Hiç biri bir diğerine benzemez ama her biri enfestir, dedim içimden ve şu son yaptığımı kayda geçirmeye karar verdim.
Bostan patlıcanları önce
O zamanlar
Adı c harfiyle başlardı da, neydi neydi ne? Mahallemizin dondurmacısıydı. Omuzlarından, sağlam bir sırığa bağlı iki soğuk hava tertibatlı kova/fıçı sallanırdı. Kovalar peştemallarla sarılmış olurdu, kundaklanmış gibi sanki.* Yıllardan ellilerdi altmışlardı, bir zamanlardı...
Dondurması kaymaktı esasen, dondurmaaam kay-mak; aaası uzunca, kay ve mak kısacık heceler
Mini mini zeytinler... Çekirdekleri çıkarılmış, basıldıkları kavanozda defalarca suyu değiştirilerek itinayla bekletilmiş, oldurulmuş. Kalkmışlar taaa Gaziantep'ten, gelmiş mutfağıma girmişler. Memleketlerinde, taze soğanların yeşil kulakları, maydanoz, ekşiler, biberler falan bolca kullanılarak hazırlanıp kahvaltıların baş tacı ediliyormuş. Getirenin yalancısıyım.
Doğrusu nedir bilmiyorum ve zahterin, ille de Amanos Dağları'ndan toplandığı kanaatinde olanlardan halen/şimdilik ayrılıyorum.
İri yapraklıysa zahter, mini miniyse kekik derim. Dolayısıyla,
Çeşme'den gelen taze demet benim nazarımda zahter. Getiren kapı komşum Ayşegül
itirazlarını beyan etti; O, Çeşme/Alaçatı kekiği olduğunda israrlı.
Bilirkitap olarak Bir Ot
Telefonuma cevap verdiğinde Gaziantep çarşısında geziniyormuş. Bir dost. Tatlısı tuzlusu, yaşı kurusu, Ayıntab'a dair bildiğim ne varsa sıraladım. Kendi de koymuş onun üç beş mislini üzerine, yüklenmiş getirdi canım. Olmaması mümkün mü, ağzım kulaklarımda.
İlk hafta kuru baklavamı, fıstık ezmemi, fıstıklı dut pestili muskalarımı falan yiyerek oyalandım.
Çeri çöpü, taşı toprağı, bendeki buğday böyle bir şey; pis. Yıllardır alırım. Yem diye satılıyor. Mısıra, ekmeğe ve de evde kursaklarına göre ne varsa karıştırıp veriyorum. Şimdiki meselem gagalılar. Eskiden Kimsecik ve Cancan için toprakta da yetiştirirdim. Bayılırlardı kıtır kıtır yemeye. Kedi otu diye sattıklarını umursamaz, buğday çimine yumulurlardı
Yine tam ağzıma layık oldu. Sütlaç diyorum..., o biçim. Bir kere daha denediğim kuru meyveli, tatlı, sütlü pilavın bir başka çeşidi. Komşuluk ilişkilerimi kullanarak iyi bir süt buldumdu. Uzun uzun kokladım önce, her zaman denk gelmez çünkü.
Tatlı bir pilav olacak bu. Tibetliler de yermiş bu pilavı. Adına chumi derlermiş ve de muhtemelen aslında bir Çin
Sevgililer Günü için özel tatlı hazırlamıştım. Her şey tamamdı, size sadece yapıp yemesi kalmıştı. Bayılacaktınız. Ama ne oldu? Tatlım size afiyet olacağına, ben üzerinize afiyet oldum. Bizim ailenin bir bölümü hastanede, bir kısmımız da evde geçiştirebildik Nora virüsünü. Günlerce, yemek mi o da neymiş, halleri... Ardından da kalıcı tatlı yememe, kahve içememe durumları.
Ne yiyeceğim önemli tabii ama yediğim her neyse, nasıl yediğim daha önemli. Bu sıralar naneye yükleniyorum. Yediğim önümde yemediğim arkamda naneleniyor. "Yine ne nane yedin bakalım?" diye sorgulara suallere tutuyorum kendimi.
Naneyle bozmama neden tazeliklerimi, yeşilliklerimi aldığım pazarcı. O da, benim naneli hallerimle bozmuş durumda. Bir iki anlattım adama,
... kar yiyoruz kaaaaaaar
Kar Helvası'nın esas olanı pekmezlisi. Benim yaptığım mürverli. Mevsiminde kaynamış, çok canım çektiğinde tadımlık kullandığım mürver reçelimi kara kattım. Kar bir mini çanağa dolduruluyor, ortası oyulup içi istenen kadar canınızın istediği lezzetle dolduruluyor. Karıştıra karıştıra yeniyor.
İstanbul için son gün.
Kar yiyoruz kaaaar...
(Facebook'a koyduğum bu
Almanya içinde herhangi bir köydeyim sanki. Köy içinde herhangi bir evin mutfağında, sanki mutfağın esas kadınını kapı dışarı etmiş mutfağına el koymuş durumdayım. Bu duygulara kapılmamın çok basit iki nedeni var, biri tavuk diğeri lahana. Bir zamanlar o trenden bu trene ine bine hayli mesafe katettiğim o ülkede*, neredeyse girdiğim her mutfaktan lahana ve tavuk yiyerek çıkıyordum!&