Rüzgarın Önüne Kattıkları.... View RSS

No description
Hide details



Okul Günlüğü_1 16 Oct 2012 1:16 AM (12 years ago)


Yaş oldu nerede ise 3, iki ay kadar sonra 3 yaşında bir balığımız olacak yaşasın!

Sağlıkla sıhhatle en çok ta mutlulukla kocaman bir ömür yaşasın...

Geçen seneden bir okul tecrübemiz olmuştu.Öyle böyle atmosferi solumuştuk ama küçük olmaktan mı, okulda elektrik alamamaktan mı,yaşın verdiği bağımlılıktan mı Anane Ekimden diğer yılın nisan ayına kadar haftada üç gün Rüzgar ile okulda asker oldu...


 Şimdiki çocukların yalnız büyüdükleri aşikar.İstisnalar da var ama, Rüzgar bizim ailede kendinden en minimum büyüklükteki çocuğun 5 yıl büyük olmasının hem çok muzdaripliğini ama şımarıklık açısından epey keyfini gördü.

Geçen sene bu sebeplerden bir oyun grubu dedik te dedik.
Gitti oynadı,arkadaşları oldu,zıppırlık yaptı....

Ama bu sene;arkaştan ziyade kendi için gitmeliydi okula.Şimdiki kafalar zehir gibi. Evde bizi durmadan hayretlere düşüreceğine, yaşıtları ile birşeyler paylaşma, toplumla kaynaşma,beyni uyarma, artık ileride öğreneceklerine temeller koyma vakti geldiydi...






 Erkenmidir çok kestiremiyorum,belki beynen iyi bir yaş ama kalben yine de hazır değildi bu sene de sanki...

Aradan bir ayı aşkın zaman geçti hala her sabah babasına binbir tiyatro oynuyo...

Okula gitmemek için değil en sevindirici tarafı yada tamamı ile değil.
Okulda yalnız kalmamak için...

Ailesinden biri yanında olsa değil öğle akşama kadar oynayacak biliyorum.


 Ama  artık yaş 3...

Güven alanının çapını yavaştan genişletme zamanı.

Ailesinin kolay olabilen ortamını dışında kendini ifade etmesi gereken, ifade etmesi istenen, başka güven bağları oluşturabileceği şeylerle karşılaşma zamanı...

Geçtiğimiz ay boyunca okula,öğretmene,arkadaşlarına bir adım mesafede durma, yine de yanında bizi isteme sebebi bu idi...
Gayet iyi biliyorum.



Ama şimdi ; sabahları biraz şansını zorlamaya çalışsa da akabinde okuldan en son çıkan çocuk oluyormuş öğleden sonraları...

Ben değilmiyim ona istediklerinde ısrarcı ol diyen, istediklerine ulaşmak için bişeyler yapman gerekir ve çaban seni bunlara ulaştırır diyen...

Ulaşmaya çalışıyor işte...
Yöntemi de bize soracak değil ya napalım :)





Okulumuza gelince;
biraz kıyas yaparak ta gidersem, geçen yılkinden çok daha büyük bir yer ilk önce...

Gezmediğim okul sınıf kalmadı Rüzgar la...Oda en çok burayı sevmişti...



Her branşları için sınıfları var, güzeller güzeli öğretmenleri var,sınfındakilerinin hepsi birbirinden tatlı,masum şeker mi şeker çocuklar...

Hepsi cin gibi..Hepsinin derdi oyun oyuncak...

İşin özü herşey ama herşey onlar için işte...

Kendimize dönüp bakınca ne kadar şanslılar diyorum.Hayat etraflarında pervane...

Sağlıkla sıhhatle olsunlar okulda da evde de herkes bu çocukların hepsine deli divane...

Belki çalışıyoruz yokuz yanlarında ama bakınca hallerine,güzel imkanlar sunabilmenin gururu da oluyor bir yerde...



Bu biraz avuntu,biraz gerçek ama şu fotoğrafları görünce benim için en azından böyle...




Bir gün sağlıklı yiyecekler partisi yapmışlar, bir gün botanik bir bahçe ile uğraşmışlar, bir diğer gün kılık değiştirip minik dramalar yapmışlar....

Falan da filan...

Eğlence ile geçen günler...Benim gördüğüm manzaradan okulu şu an bu...


 
Ha bu arada tabi kendimce yapmak istediklerim var.

Sabah ellerimle hazırlayıp okula götürmek,öğleden sonra alıp şu güzel havalarda onuna el ele yürümek veya  öğleden sonra  alıpta ne yaptıklarını çılgınca dinlemek gibi..
                                                                        

Onu ne kadar sevdiğimi sürrekli söylememe rağmen sanki hala eksik kalıyormuşum gibi hissetmemek,
zamanı birşeylere bölüp çarpmadan teneffüs etmek ,
 sanki hiç doymayacakmış gibi bakarken ona boynuma istediği zaman atılıp kısıtlamalarını da kaldırmak istemek gibi...

Tuhaf bişey bu annelik, kendin olmakla anne olmak arasında bir yerde kalıyorsun...Her ne kadar kendin olmak istesen de  ya da kendin için var olmak istesen de arada sırada içgüdüsel olarak onun gül cemalin i görünce bilmem kaç milyonuncu kez anne olmakla en mutlu kişi olduğunu hatırlayıp kalan herşeyi pas geçiyorsun...

Güneşimsin...
40 kere de söyledim zaten):

annen...

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Kendine zıplama... 20 Sep 2012 12:27 AM (12 years ago)

Amma ara verdim dimi...Çok değil aslen Nisan da ki git geli sayarsam yalnızca 3-5 ay...

Ama özellikle şu son iki hafta aklımda kelimeler birbirini itiştirmeye başladı...Daha fazla yer yok zihnimde çoğalan abidik kubidikleri paketleyip kaldıracak...

Yazmak hastalığım benim, hayata saldırganlığım, bilmemnereye yolcululuğum beş kuruşsuz, acayip dehşet bişey...

Tam 3 yaşına yaklamıştı oğlu,sular seller gibi okuduğum çocuk blogunda kendine yer bulamayınca veyahutta bulduğu yerde duramayınca alıp başına kendine giden bir arkadaş vardı...Hala var :)))

O zaman demiştim ki neden? Sonlar bana göre değil olduğundan mı ne neden dedim bu nokta oğlunun bloguna?
Şimdi anlıyorum...

Bende nokta yok ama burada artık kendimden sataşmalarda yok...
Sadece Rüzgar...sadece...

O da eski kayıtları döküp bakmanın sonradan çok haz veren bişe olduğunu bildiğimden...
Burası kapalı bir sandık gibi biriksin Rüzgar' a...
Zati bir dolu şey birikti,bir dolu da şey değişti...

Ama ben belki adını sonradan kendime bile sonra fısıldayacağım bir blog adreste kendime pay çıkaracağım hemde ne yazmak isterde parmaklarım dibine kadar....Başladım bile sayılır...

Yoksa yaş geçtikçe çoğalan fikre bir beyan alanı yaratmamak benim için psikolojik bir sıkıntı yaratabilir...

3. yaşa gelince yavrik,özgülleşince biraz, sanki annelik daha bir kendini farkındalığada dönüşebilir...

Dikkat !

Ebru....

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Hayat... 8 Jun 2012 12:52 AM (12 years ago)

Hayat masum öpücükler veren çocuk gibi bazen.
Gelen, kapıyı çalan...bir avuç güneşi bırakıp tüyler ürpeten...Döndüren ve durduran..Hınzır,muzur,ukala...

Hayat...
Dört başı mağrur gibi durup,bazen riyakar olan ve hatta  bazen canevinden vuran...
 Ama yaşanası ölesiye,kullanılası doyasıya..

Bildiğim bilmediğim ne varsa irdelemeye meyilli iken şu ara, pencerelerimde gördüğüm şeyler ne kadar az gördüklerimmiş diyorum bir çok kez.
Her pencere ben,benim olmak istediğim kadar varmış meğer...
Sıkılmak istediğim kadar sıkıyormuşum kendimi,yormak istediğim kadar yorgun ve olmak istediğim kadar mutlu...
Seçimlerim birer deniz feneri gibi her kıyımda dimdik... ya ışıl ışıl ya da puslu...

İstem dışı olanlar...Evet varlar...İstemeden söylenen,hiç istemeden olunan,hiç istemeden yapılan sürü ile birikinti,yıkıntı döküntü...
Ama istemeden ama isteyerek ama sonunda çoktan o olmuş olunan...


İstem dışı dediklerim bile,aslında bir şekilde istediklerimmiş,cesaretsizliklerim,tembelliklerim,çekindiklerimmiş...

Hayat...

Sen dursan devam ediyorum ben dersecine hızlı,çılgın dalgınlığa vicdansız ve güzeller güzeli...

Bu pasaj çıkaran aforizmalarım biter mi bilmem,ama kafam rahat ve kendi dertleri yada kendi dertleriyle beni meşgul eden şeyleri vicdanımla paslamaktan ötürü içim,dışım ve hayat da rahat!

Hayat,rüzgar,güneş,gülümseyen yüzler,sıcak tepkimeler,gerçek sevgilerden ibaret....

Sana da öyle ola kuzum...temenni budur...

Sevgiler...

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

İkinci şans ... 24 May 2012 3:33 AM (12 years ago)


Bilmezdim güneşin sarı safran rengini, gökyüzü meğer ne kadar başka bir maviye boyalıymış gördüm...

Başakların herbirinin birbirileri ile aynı yöne eğildiğini, ayçiçeklerinin başlarını güneş nerde ise o yana döndüğünü göremezdim. Görmezdim Çünkü kördüm.

Akşamları beni yoran şeyin ,daha sabahtan boş şeylerle yaşamak olduğunu, sıkkın başlayan günlerin birer lutuf sunduğunu anlayamazdım,aymazdım ta ki görmek bir şans daha verilene kadar...

Verildi ve ne tuhafki şimdi görmüyorum yalnızca,gördüklerimi farkediyorum...

O sabah her diğer sabah gibi bir güne kalktım ben...Kalktığımı düşündüm...Kayıp bir nefesi ararken bir yok oluşa gittiğimi düşünene kadar...


Ve sonraki 5 gün boyunca aslında sadece bir güne değil bir ömre uyandığımı anladım.Sahip olduklarıma baktım durduğum yerden,yakındakileri de gördüm uzaktakileri de...

Ne yaptım dedim ben,ne yapmadım güzel olan..

İşte en önce ama en önce unutmak istemedim bir daha o sabahı, nefesimin lutfunu, Rüzgar ın yokluğunu, gözyaşımın ne denli kıymetli bir şey olduğunu, o hastane odasını, odalarını,odalara gelip gidenleri...

Hayatı unutmak istemediğimi anladım...Hayatımı asla ve asla...

Tutup bir yerinden kıyısında yaşamak yerine dalmalı dedim en diplerine,ben böyle mutluydum...

En zor yazı bu benim için..Bunu da zaten unutmamak için yazıyorum sadece...

Çünkü şimdi ikinci şansım var seçme şansımın olmadığı hayatta...Rabbimin lütfu var bana...Yüce Rabbimin...Herşeyimin...

Bu sabah nefes alma özgürlüğü ile kalkmışlığım var...Başından öpüp şükretmişliğim var sevgiliye ve can'a...Sonra hürce ayaklarımın üstüne yürümüşlüğüm,sabah masamda doğradığım bahar dometesim var...

Akşam koşarak gittiğim bir evim,beni benden fersaha fazla düşünen ailem var...

Heveslerim,keyiflerim,yapmak istediklerim ve işte en önemlisi yapma şansım var...

Şükrün şemsiyesi altında,ruhumu zerre mühimmiyatı olmayan saçmalıklarla yormadan,gülerek,gülerek ve yine gülerek yaşama şansım var....

Zaten hepsi de bu kadar..

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Yanıbaşımdaki Bahar... 11 Apr 2012 12:26 AM (13 years ago)


Buralarda üzüm kokusu yok,bahçesinden sarkan kirazı koparmana kızacak yaşlı simalar,topaç yapmak için yontacak bir ağaç ta...


Gölge selvilerin altında değil, mahalle aralarında...

Kafanı kaldırdığında değil kafanı epey kaldırdığında görünüyor bulutlar....

Ellerin çamurlu,tırnaklarının içleri toprakla dolu giremiyorsun pek eve,dizlerinde suni çimin suni yeşili...


Ağaçların pembeden beyaza çalan çiçeklenmelerinin hemen ardından diplerine meyveleri düşmüyor,düşmüştür belki ama betona çarpar çarpmaz eriyor bellki..


Ey etekleri renkli, gözleri şenlikli bahar... Hoşgeldin tekrar...Ben bir yılı bu an için yaşıyorum sanırsam...

Karı seviyorum,yağmuru da,sonbaharda rüzgarın uğultusunu da...

Ama sen görününce karşıdan, çöreklenince bütün saçmalıklarına rağmen çehresi masum şehre ,
ben yaşamaya yeniden başlıyor gibi oluyorum...

Ama çok ta düşünüyorum bugünlerde...

Bizim şehirden etekleri kirlenmiş bir gelin gibi geçtiğini...Ve gelince toprakları hala bir anne gibi üretken memleketlerde tacını duvağını söküp nazır özgürleşip baöbaşka güzelleştiğini...

Burada servis camından, işçiliği zayıf kalmış iki kaldırım taşı arasından, satılık tabelası altında otları oluruna bırakılmış bir rant tarlasından çıkan bir yavrunu görüpte aşık oluyorken sana ben ;
Pazarları arabaya atlayıp gidilen yakın şehir mekanlarının daha uzağında bir çobanın gözünden uçsuz bucaksız diyarlarda kimbilir neler yaratıyorsun ?

Ve dönüp Rüzgar a bakıyorum o an işte...

Elinde kaldırım taşı arasındaki çiçek oturmuş hayal sofrasına,kaldırımın dibindeki gider yolu sığlığında yüzdürmeye çalışırken, bir çocuğun kendi baharına inandığını ve o baharda hep neşeli kaldığını görüyorum...

O başka baharları merak etmiyor,başka bir bahar bilmiyor,önemli de değil...

Bir çocuk kendini mutlu etmek için yaşıyor sen dur bakalım demedikçe,
eldeki imkanı ellerinin içine alıp katıyor hayallerine ve başlıyor yolculuğu...

Sokuluyorum yanına bende...

Çünkü merak ettiğim baharlarda göremeyeceklerimi bana getiren senin hayal dolu o güzel aklın ve o akıldan beslenen yüreğin sadece...

Seni çok seviyorum...

Annen...






Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Minik eller iş başında _5 21 Feb 2012 3:56 AM (13 years ago)



Hayat bir el işi dersi olsa...

Güneşin görünmediği bir sabah gökyüzüne bir patates baskı yapsam...


Uzun gibi görünen bir yolun kestirmesi için ucundan bir makas atsam...


Çizdiğim bir balığın peşine takılıp denizin altında nefes alsam...


sem... sam.. Uzatsam böyle listeyi hayat ile dalga geçip renkli nefesler alsam...

Hoş olmazmıydı mı?






Olurdu...

Olurdu olmasına da bunun bir yolu daha varmış halbuki bilmediğim...

Meğer hayallere ulaşmak için hayal kurup durmakmış en son yapılacak olan...

Alıp eline kalemi kağıdı, boyayı ; istediğin yerinde durdurabiliyormuşsun zamanı...

Öğrendim senden...







Namı değer Pepee yi dergiden evimize getirip mutlu mutsuzlar sınıf başkanları ilan edebilirmişiz,

Mutfaktaki peçete rulosuna atlayıp roketimzile aya gidebilirmişiz:)





Veyahut bir türlü düzeltilemeyen asfalt yolumuzun üstünden kocaman buldozerimizle güle oynaya geçebilirmişiz...








Yılbaşını kutlarken güzeller güzeli çamağaçlarını toprakla haşır neşir bırakıp, dileklerimizden yola çıktığımız bir ağacı süsleyerek bütün yıl duvarımızda taşıyabilirmişiz...


Ve bunların her birini hiç yorulmadan, kıkırdamaktan geri durmadan, üstüne çeşit çeşit hikaye katarak her gün yeniden yaşayabilirmişiz.


Demek ki gerçekten bir çocuğun öpülesi gözlerinden hayat zaten elişinden farksızmış...

İçine hayal gücü ve emek katılmayan birşey ve hazır gelen herşey bir o kadar anlamsızmış...


Tıpkı parmağını daldırdığın hayatımız gibi...


Seni çok seviyoruz...


Ebru
































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Kaybettiğin tek savaş uğrunda savaşmaktan vazgeçtiklerindir! 7 Feb 2012 2:18 AM (13 years ago)






"Kaybettiğin tek savaş uğrunda savaşmaktan vazgeçtiklerindir."

Che Guevara



Dün akşam ve bugün çok düşündüm bu sözün üzerinde. Durdum bekledim irdeledim...


Hakikaten hayatta varlığına tahammül edemediğim sızlanmalarımın,yer yer bulutlanmalarımın,huzursuz kendinden emin olmayan hallerin aslen hep bana çıkan yollar olduğunu farkettim.


Mükemmelci olmayı istemek belli konularda apayrı bişey, kendi kendini beğenmemek, daha iyisini en önce kendinden talep etmek te gerekli çoğu zaman. Kendi irademiz dışında gelişenlerin dışında ki olmamışlıkların veya olunamamışlıkların ardında o hep bize dönmeyen şans değil de,bilinçi bilinçsiz vazgeçişlerimiz yatmıyor mu ?


İyi bir hayat, aslında daha çok mutlu bir hayat demek herkesin perdesinin arkasında farklı bir sahneyi temsil ediyor bir zaman sonra.



Ama her ne olursa olsun, vazgeçmek demek kazanmak için çalışmadıklarımız bence aslında. Hatta kazanmak için savaşmadıklarımız.


Bugün hayatımızla var olan herşey bence kazandığımız için, ama sahip olamadığımız maddi manevi bir dolu şey de peşlerinde koşulmasından vazgeçildikleri için varlar.



Dün şeker almana izin vermeyen babana ısrarcı olunca yolda kulağına bunları fısıldadım. Sanki sana ne kadar erken söylersem o kadar zaman kaybın azalacakmış gibi.


Şeker almana izin verilmeyebilir,ama alınabilir gibi gözüken herşeyi, almaman için mantıklı bir sebep gösterene kadar ısrarla iste!


Kendi isteklerini,isteklerin için yapman gerekenleri bil özümse,


Gerçek olanların ise sonuçlarına bir dur bak ve yoluna feyz ile devam et,


Potansiyelinin farkında ol,kullan ve engelleyen sen bile olsan kendine bile yenik düşme.


Kazanmak için savaş,savaşırken vazgeçmekten kaç...


En azından bir gün peşinden gitmiş olduklarının somutlaşmamış olmaları ihtimali bile karşılaşsan vicdani bir rahatlık içinde yoluna devam edeceksindir.


Kazandıkların çoğaldıkça zaten ; kendini özgürce hayata ifade etmiş, getirdiklerini ve getirmediklerini kabul etmiş, vazgeçtiklerinin bilincinde ve hemen önünde yoluna en çok istediğim yani kendi yön verdiğin şekilde devam ediyor olucaksın....


Seni çok seviyorum balığım...


Annen




Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Montessori 1 (Transfer Çalışmaları ) 19 Jan 2012 11:33 PM (13 years ago)

Zaman hızlı,dünya değişken,çocuklar cin,yetişkinler sabırsız...

Ama ne güzelki araştırma kaynaklarımız,ulaştıklarımız ve ulaşabileceklerimiz sınırsız.

Dünya internet diye ortak bir dil kullanıyor bence,orada çok mühim değil hangi ülkeden olduğun,millerce öteye ulaşabiliyorsun...

Bilgiyi rahatça alabiliyorsun işte kısaca...

Şimdi unuttum kimdi ama sanırım bir köşe yazarı demişti annelik kardeşliktir diye...Karakterler ne kadar farklı olursa olsun bir anda birbirini en çok anlayabildiğin muhabbetler yaratır.

Ben Rüzgar doğduktan nerede ise 4,5 ay sonra tanıştım Waldorf ve Montessori ile...
İki yüzyıl önceden gelme, İtalyanın bir kentinden, Avusturyanın bir şehrine uzanan iki felsefe ...

Ve Türkiyede ki ayağını görünce inanamadım bize,
Anneler en kolay,en içten,en samimice örgütlenebilen insanlar bence...




Ben bir yol takip ediyorum içimde, nereye çıkacağını inanın ben bile bilmiyorum. Sezgilerime inanarak,yaptıklarımın doğruluğuna güvenerek birşeyler vermeye çalışıyorum Rüzgar'a...

Ama yolu alırken yardıma ihtiyacım var,bir cümle bile bazen çözüm olabiliyor en içinden çıkamayacağım durumlara.

Ve ben o cümleleri hep Montessori ve Waldorf (birazda Osho )tanımlamalarının satır aralarında buluyorum.

Montessori özgürlükle verilmiş içsel disiplin diyo,komut ve kuralların yerine...

Waldorf ise çocuk uygun oyuncaklara beslendiğinde hayal gücü,zekası harekete geçer ve bunun yoluda eline bitmemiş oyuncaklar yada ona göre oyuncak olabilecek herşey den geçer diyo..

Daha bunun gibi binlercesi...




2 yaşına kadar yaptıklarımız daha çok bizim iletişimiz üzerine kuruluydu.

Dünyayı bizim gözlerimizden, hareketlerimizde,sana kendimize ve başkalarına davranışlarımızdan tanıdığın, onlarla anlam kazandırdığı için...

Ama şimdi cidden ve gerçekten beni farkedin diyerek hayata bakan bir çocuk var karşımda...
Ver dinleyeyim,özümseyeyim,yap taklit edeyim duyumsayayım, daha az söyle daha çok fırsat sağla ve beynimi sürekli uyar diyorsun...

Bu noktada işte biz bu felsefelerin yorum kısmına geçiyoruz şimdi...







Yine burdada aman felsefeden çıkmayayım, aman ben çizgisinden şaşmayayım demiyorum.
Biz başka bir zamanda, başka bir ülkede ve bambaşka geleneklerde yaşıyoruz.

Ben yapılabilirlikleri olan, sonuçları ve mantıkı içimdeki sezilere uygun olanları çekip alıyorum içimden...

Çünkü bilen bilirki aslen hiçbiri sadece bu çalışmalardan ibaret değil, bunlar yalnızca beyninin içinde doğru yerlere hücum için...Oysa günler geçerken sosyal hayatta da materyalsiz ama bu öğretilerden alıntılar yaptığımız bir sürü çalışmada yapıyoruz aslında...









İşin özü transfer çalışmaları ile özellikle montessori alıştırmalarına başladık.
Materyallerimiz tamamı ile evden,eksikler var yeni yapılacaklar için onlarda ya evden ya sağdan soldan gelecek olmalı...
Buda bu işin başka bir kuralı..
Yol uzun, liste uzun, eksik çok, zaman az ama sende heyecan, istek, merak ve eğilim oldukça hiçbirşey engel değil...
Yaşasın her yaptığını paylaşmaya meraklı anneler,yaşasın internet...
Yaşasın işte!
Ebru...

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Rüzgar,Kış ve Anne sütüne veda... 16 Jan 2012 2:20 AM (13 years ago)



Mevsim kış şimdi, ıssız, kudretli, kuvvetli...
Soğuk görünümlü ama,aslen yufka yürekli kış...

Herkes kabuğunda,hayvanlar,insanlar yürekler...

Karın altında, yağmurun akışında, bol puslu, daha karanlık, farların aydınlattığı akşam üstleri ile var olan bir şehir.





Herşeye iyi bir pencere açmaya sonsuz gayretim var sen doğdun doğalı...


Sevmediklerimi azaltmaya,sevgileri çoğaltmaya uğraşıyorum.Daha çok mutlu oluyorum ve daha çok mutlu ediyorum böylelikle seni ve sizi...

Bir sorumluluktan öte bir gereklilik bu neşe ile bakan bi çift göze... Bir vicdani hal,bir kaide-i olasılık...

Ve dolayısı ile kışın içinden sevdiğim yazları çıkarıyorum.

Mutlu kışlar yaratıyorum olağanca,günler geçiyor zaman ilerliyor ve ben sanırım güzel bir kış yaşıyorum...







Karı az çamuru bol bir şehir oysa burası...
İnsanın doğallığı en az da yaşadığı, çeşitliliğin sınırlarında dolaşan, çocukluğun daha 1.yaşına ermeden yöneticilerin iki üç katlı binalarına teslim edildiği, ana babaların fellik fellik yavrularına açılım aradıkları bir yer ve bir mevsim halbuki şimdi..


E tabi bu işte gerçekler kısmı pencerelerin ve ben bu tarafta panjurları indirdim.



Bizim seninle baktığımız yerde kış ellerimizi minik damlaları ile ıslatıyor, akşam eve dönerken kocaman ay dede aydınlanıyor.



Bulutların çarpışmasından çıkan ışık hüzmesini merakla izliyoruz,daha çok kitap okuyoruz,daha çok battaniye seriyoruz,evin içinde piknikler yapıyoruz,çiçek yetiştirmeye çalışıyoruz.Yağmurların ardından toprağın üstünde solucanları arıyoruz.



Parklar daha sessiz,biz sessizlikte yankıları öğreniyoruz,her akşam ışıkların yanışı anne ile babanın gelişi demek oluyor sana...


Kar heyecan,kızak çığlık,şemsiye oyun,eldiven takmak kartopu oynama ihtimali oluyor...









Böyle bir kış geçiyor işte sen 2 yaşının ilk günlerini yaşarken...Akılca algının içine tam anlamı ile nüfus etmiş ilk mevsim aslen...



Bense ileride bir zamanı düşününce; bu kışı bizi en yakın olduğumuz anlardan ayıran bir nokta gibi hatırlayacağım diye düşünüyorum.






"2012 kışıydı Rüzgar anne sütü almayı bıraktı..."diyeceğim muhakkah biliyorum.



Ama diyorumya güzel tarafları yüceltmeyi keşfettik seninle şükür...



Bir kısa konuşma sonrası büyüdüğünü mü hisseden sen, Aralığın son haftası bi Pazar günü itibariyle ne gece ne de gündüz benden süt istemeyi bırakıyorsun...



Sen özgül iradenle yaklaşık bir ay olduğunu düşünürsek artık istikrarla,umduğumdan kolay,umduğumdan hasarsız,gözyaşsız bırakıyorsun...







Kış zor, ama seni benden,benim sütümden,kendimi senin sıcacık başının kollarımın arasındaki yerinden ayırmak daha da zor...






Bugün bir ayı geçkin süre olsa da ve bir kaç ima dışında sen bana sormamış olsan da,bir senaryo uydurup çok daha fazla zorlanmamış olsam da, kucağıma alıp o kocaman bedenini bir ömür bırakmamacasına yeniden kavuşmamak için sana asıl ben zor duruyorum....



Daha hamile iken birkaç iddaam üzerine demiştim ben bebeğime güveniyorum diye...






Ben şimdi bebeklikten çıkmış,küçücük elli,kocaman kalpli güzel oğluma daha daha çok güveniyorum. Rabbimin izni ile birlikte aşamayacağımız hiçbir engel yok diye...



Seni çok seviyorum.



Annen...
















































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Rüzgar ve okul notları... 8 Jan 2012 10:46 PM (13 years ago)







Senin gezeninde çalışan bir anne olmak nasıl birşey acaba? Çalışmak ne demek,oyuncakları dağıtmak mı? Yoksa tamir aletleri ile birşeyleri onarmak mı?Nerede ve ne için çalışılır sana göre?Nasıl görüyorsun oradan acaba?



Gitme dediğin halde gittiği yere ne kadar mecbur ki annen? Mecburiyet ne demek mesela?İstenmeyen şeyler için hayır demek yeterli değil mi?En fazla ağlarsın ve dileğin gerçekleşir bunun yolu bu değil mi ?



Büyürsün okula gidersin ve sonra çalışırsın diyorum sana, iyimi diyorum?
Okulu ve çalışmayı şimdiden en trajik anlarımızın içinde telaffuz edip seni mecburiyetlerinden mi soğutuyorum?

Tam iki hafta önce bugün yeni bir haftaya birlikte başlamıştık, bir yıllık izinin içinde...O hafta haftanın üç günü olan okul günlüğünün bir gününü buralarda olmadığımızdan yiyince iki gün ardı sıra okula gittik seninle...







Bu yazının meselesi okul aslında,ama herşeyin öncesinde çalışmaktan girip yine bir Pazartesi günününde sanki sana bir şekilde ulaştığım veya bir gün ulaşacağını düşündüğüm kelimeleri gönderince buradan evrene,bunları da yazmak istedim.

Şunu bil diye devam ediyorum şimdi de,çalışmak dünyanın en güzel şeyidir,bir şeyler yaratmak,bir çok şey başarmak,paylaşmak hayatı ve sonunda hakkın olanı almak...

Mesele senken çok zor olsa da senden ayrı düşen kısmı insan olarak tamamlanmanın şimdiki çağda bir gereği annecim...

Biraz gitmek mi zor,kalmak mı durumu...








Şimdi bir okulda Bulut sınıfındasın,tam 5 çocuklu bir oyun grubundasınız,haftada iki saat.




Yakınımda olanlar bilir 3 yaşından önce okul tabanlı bir yerde olmayacaksın sözlerimi, ama çok dediğimi bir tek kendim hatırladığımdan bir zaman sonra; şimdi bildiğin bir okula gidiyorsun işte...




Heyecanlısın,arkadaşların sorulunca anlatmaya meraklısın, öğretmenini çok seviyorsun....Çantanı takıp yola koyulunca parkın önünden geçip okula gidebiliyorsun...


Çenen sağlam bunu zaten herkes bilir, iletişim artık bay getirebilecek safhada ,saldırgan oyunlara eğilimlisin,koşar vaziyette yürüdüğünden genelde terlisin, şaşırtıcısın diğer her çocuk gibi, ingilizce saatini hiç takmıyorsun, senin meselen oraya gelen teypte, birlikte oynamayı seviyorsun, ama odaklanmak süresi oldukça kısa ve sınıfta en küçük sensin ama sadece tarih babında...




Şekermi şeker bir öğretmenin var ama ona rağmen hala okulda biz senin yanındayız,doğru olan bu yaşına bakarsan bu; ama iki saat seni beklemek benim gibi iki gün seni götüreni değil de ananene nasıl geliyordur sorman lazım:)



Her sabah birlikte çıkıyoruz baban seni ananene götürüyor,1,5 saat sonra ananen tekrar seni bizim evin oradaki okula geri getiriyor. Bu kısmı epey komik ama, sonuçta çocuksun işte,alıştığın düzen şaşınca bünyen durumdan çok hoşlanmıyor.




İşin özü geçen hafta öğrertmenine dediğim gibi,ananesi ile bina hayatı yaşayan bir çocuk olarak; ailesi dışında kalan ortamda bir arkadaş çevresi olabilmesi,iletişimi öğrenmesi,verimli vakit geçirmesi,en önemlisi birlikte olmanın,takım olmanın,topluluklarda var olmanın,boyutlarında bir dünyada olmanın mutluluğunu yaşayasın diye gidiyorsun okula...



Yoksa mavi ile yeşili ayırman çok mühim dil veya sayıları geriye sayman aslında.Bunların hepsi vakti geldiğinde saniyeler arasına sığdırılıp geçecek şeyler hayatında...


Ve evet vakti geldiğinde,vaktinden önce sonrasını yaşaman en son istediğim şey çünki, yaşında yaşını yaşamanı, farklıklıkları özümsemeni ama doğalla da bir bütün olmanı, hayatın boyunca bi şekilde mutlu olmanı bekliyorum tüm bunları yaparak.




Ve en çok seviyorum işte....



O açık kumral,buğdayımsı ensenin bittiği yer ile boynuna giden gıdık yolunda, başımı huzurla gömüp içime çekerek seni seviyorum...




Annen...

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Oğlum,2 yaş ve bir mektup... 12 Dec 2011 12:26 AM (13 years ago)

Dün parka yürüdük seninle
Elimi tutmak istemedin dört başı mahmur, o özgürlüğünün derdinde hallerinle,
Tek başına yürüyebildiğini hatırlatarak...

Parka varınca salıncağa binip bir uçak olmak istedin
Daha hızlı diye sesleniyordun bana,
Nereye kadar gidebilirsin onu anlamaya çalışarak...

Ve senden elindeki topu isteyen çocuğa "karşıma geç" dedin,
Topu ayağına yerleştirip atarken gözlerinde farkedilmemesi imkansız bir ışık vardı...
Topa sol ayağınla hızlıca vurdun ve gittiği yeri izledin
Sakince ve kendine inanarak...

Hava soğuktu burnun aktı sildim umursamadın,
Soğuk çokşey ifade etmiyordu sen oyundayken...
Yine aktı silmeye yeltendim; oyununu bölmeme kızdın,
Bana dönüp "bekle anne!" dedin
Bekle !

Durman gerektiği yeri artık bilebileceğini bana hatırlatarak...

Eve dönerken buz gibi burnumu boynuma gömdün,
Alnında şapkanın altında terlemiş saçların...
Anneciiim dedin o inişli çıkışlı sesinin ahengi ile,
birşey isteyeceğim besbelliydi.
Eve gitmeyelim dedin,balık almaya gidelim
Camdan bizi izleyen babana seslendin var gücünle
Sesin bir yerlerde yankı buldu,
Kocaman cümlelerini kulaklarım tekrar duydu
Büyüdü artık dedim kendime
Büyüyor git gitgide
Varlığını ve hayatta ona biçilen alanların altını çiziyor her seferde...
Anlamam çok sürmedi demek istediklerini bir an duraksayarak...

Ve bu sabah uyandığında içimdeki tuhaf burukluğu,gururu sezercesine birden ve anice "abiyim ben!" dedin ...

Bundan tam 2 dünya yılı evvel günün akşam üstü bir saatinde benimle bağın henüz kopmamışken kucağıma bırakmışlardı seni oysa...

Nefti yeşil renkte tam içime bakan iki çift göz görmüştüm,
sonra o bağı kesselerde bir hamlede ve ben;
Hayattaki hiçbir bağın iki ucu arasında somutça görünen birşey olmaması gerektiğini öğrenmiş oldum.

Bu gün o günden sayı ile tarif edilmez katrilyonlarca bağlıyım sana...
Büyüdüğünü görmenin gözyaşlarımdaki ifadesini anlatamıyorum şu an..
Hüzün değil bu,derin bir mutluluk ve tuhaf bir şekilde yine yine geri dönmek sana...

Eğer insan için hayatta bir başlangıç noktası varsa ve bu başlangıç bir tarihe tekabül ediyorsa benimki bugündür...

Büyüyen ellerin ama en çok büyüyen kalbinle bana verdiğin büyük gurur benim insan olarak bir mana kazanmama en yüce tebessümdür.

İnsan can katamıyor hiçbirşeye, ama can katana vesile olabiliyor ya burada başlıyor herşey...
Ve bir emanet gibi alıp büyütmek dünya takvimi ile bir minik yüreği,
Bu ruhu verilmiş büyük bir lütufla alıp yükseklere taşıyor.

Bugün tuhaf ama mutluluk bulutları yağmur yağdırası gözlerime,
Bu hayatta bir can sahibi olmadan mümkün olamayacak bir his bu tarifçe...

Kutlamanın ötesinde bişeyler yazmak istiyorum, ne yazsam ya az ya basit kalıyor sana.
Bir dilek istiyorum senin için dilenecek, o kadar çok ve o kadar uzunki sığamıyor aklıma...

Ben babanı çok sevdim...
O babanın oğlu olduğun içinde seni...

Ama en çok kendim için seviyorum seni..
Beni yaptığın ben ve bana kattığın bir sürü neden için...
Baktığımda sana gördüğüm o uzun ufuk
Ve o ufukta ışıklara kavuşturduğun günler için..
Sadece var olduğun,sadece sen olduğun için...

Bişey,hiçbişey,herhangi birşey,şu dünyanın benim için ifade etmeyen kozmik binlerce sıfatının umrumda bile olmadığı bir damarda
Sadece bizden akan bir kan olduğun için Seviyorum seni...

Doğduğun gün kutlu olsun canımın özü....
Mutlu ve özgür bir ömrün olsun yalnızca...

Annen

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Karne mi şimdi bu??? 29 Nov 2011 1:10 AM (13 years ago)




Bu resmin ellerime bırakılmış aslı ile kalakaldım dün akşam...Geçen sene mi evvelki senemiydi henüz kafasını bile oynatamayışı?


Daha hala annesinin sütüne tutkun bir delikanlı mı oldu Rüzgar ?


Zamana meyletsem de bu bir görünüp bir kaybolmaları aslında artık hızlı büyüyoruz hepimiz,hayat bunu istiyor bizden...


Belki benden belki yaşadığım şehirden ama atlılar arkamda her daim.


Hızlı yiyorum, hızlı yürüyorum,hızlı ilerliyor zaman ve ben bir hengamenin içinde bazen sabitlemeye çalışsamda bir ana veyahut bir mekana kendimi, o andan kopuşum bir göz açıp kapayıncaya kadar sürüyor.


Neyse çok uzatmayayım lafı...


Bir çocuğunun başka bir kişi tarafından nitelenmesi riskli bir iştir.Çünkü anne objektif olamaz hiçbir zaman...Elime geçince bu rapor önce resimlerine baktım, dergilerden kalma huyum...


Ardından her satır arasına kadar okudum seni,her noktada sindirdim her virgülde es verdim...


Sonra bakıp bitirince iyi bir karar verdik dedim kendime böyle bir ciddi işe kalkışmakla amma, bizim şu paldır küldür yaşantımızın hızına eşit ölçüde büyütüldüğüne ve senin de bu doğrultuda bir de güzel büyüdüğüne karar verdim....


Oysa daha dün konuşmuştuk sizin büyüme hızınızın cocukluğunuza bölümünü,hiçbir matematik kuralında bu işin bir denkleme oturtulamadığını..


Ama şimdi irdeleyince görüyorumki sizinde var olurken karşı konulamaz sisteminiz olucak bu...

Hep hayretler içerinde bırakacak kadar atik,çabucak öğrenen ve çok şey bilen yeni zaman çocukları...


Bir aydan fazladır balığım bir anaokulunda oyun grubuna gidiyorsun..Haftanın muhtelif 3 gününde...


Bu ilk aylar biraz alışma safhası idi kendi gezegenin boyutlarında arkadaşlar edinmek için kendine...




Ama işte artık alıştık,bizde seninle birlikte bir okulu olan bir anne ve baba olarak gün be gün yeni şeyler ekliyoruz yaşam hanemize.


Sana bizim dışımızda birşeyler öğreten birileri ve bunları fırsat buldukça çıkarıp bizi şaşırtan sen var hayatımızın içinde.


İsmini andığın,bir zaman birlikteliğin olduğu, belki de fikrini duygunu paylaştığın arkadaşların var...


Büyüdün...


2 yıllık ömrünle bir karne getirecek kadar çarçabuk büyüttü seni zaman...Sakıncaları göreceli ama şu an için herşey pozitif kıvamda...


Umarım çok büyük düşündüğün ama asla büyük gibi düşünmek zorunda olmadığın bir hayatın olur balığım....


Seninle gurur duyuyorum...


Annen..




Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Minik eller iş başında _4 15 Nov 2011 4:32 AM (13 years ago)

Evde bir cino var bizim artık,çat kapı gelmiş gibi...
Hiç küçük olmamışta bugünkü zamanda dünden doğmuşuz gibi...

Saati saatini tutmayan bir cinomatik...

Muhabbet cinosu,oyun cinosu,yaramazlık cinosu,laf ebesi cinosu,evin reisi cinosu,huysuz şirin cinosu,evin altını üstüne getirme cinosu....ve işte nesi nosu...

Ortalıkta boyumuzun yarısı kadar kocaman fırıldak gözlü her an bir yeni bomba ile ortalığı darmadağan eden bir küçük fincan cini...







Şimdi böyle bir tabiatla baş etmeye çalışırken onun kendi yönettiği değerli vakitlerini benim münasebetsiz aktivitelerimle bölmek zor oluyor tabi,kendileri durumdan zaman zaman hoşnutsuz biliyorum :)


Dolayısı ile eylemleri ile sabotede bunu da görüyorum.


Un poşetini devirebilir,fırını siz anlamadan 250 derece de bir saat çalıştırabilir,








Yaptığınız arılarla biraz haşır neşir olup sonra gözlerini oyabilir,








Veyahut sizi gemi istiyorum diyip saatlerce uğraştırıp sonra klozetinizin içinde yüzdürmeye çalışabilir.






Ve tüm bunlara hayretler içinde kalırken siz,o kahkaha üstüne kahkaha atabilir.


Ama bir yerlerde her zaman onun için iyi bir şeyler yapıldığının kıymetini bilir ve size olmadık bir anda bunu gösteriverir.


Belki eve gelen arkadaşına bak biz yaptık diye gururlanır,belki yanağınız olmadık bir anda cimli cımlı bir öpücükle onurlanır...


Size de bir çocuğu yönetmenin bazen imdat noktasına çıkaran kara delik anlarını bir çırpıda unutmak kalır...



Seni seviyoruum....


Hepsi bu!


Ebru























Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Herkes ÖZGÜR doğar...(22.ay) 1 Nov 2011 1:53 AM (13 years ago)





Herkes özgür doğar diye bir başlık okudum bir kitap kapağında,ne kadar basit ve net...

Herkes özgür doğar,her çocuk özgür gelir dünyaya aslında...

Zaman ilerler sınırlamalar başlar, iyi yada kötü niyetle örselenir özgürlükler ve birilerine bir şeylere bir yerlere bağlılık artar.

Sanılır ki bağlılıkları çoğaldıkça daha normal ,daha uyumlu oldukça daha mutlu olacaktır.

Oysa bağlandıkça ve bağlatıldıkça bir şeylere kaçınılmaz şekilde hayatta alınmış en bakir özgürlüğü yok olacaktır.





Buna sebep olabilirim ben çok zaman annecim, bilmeden istemeden özgürlüklerini de sınırlayabilirim veyahut bilinçli bir şekilde ve bunu sana mütemadiyen ima ederek sana bana bağımlısın mesajı da gönderebilirim.

Ve içine bir aidiyet duygusu ihtiyacı ve ya güven kayıpları nameleri salmış ta olabilirim.

Ama aslında her insan özgür doğar bunu özde hep düşünmekteyim.

Dünya ahalisinin; o iki güzel göz yoktan var olurken ; kendisini daha çok yok saydığı bir dönemde minicik fikrine gönlünce yaşam hakkı tanımış hür bir varlıktır.

Yapmak istediklerine müsade edilenin dışında kileri denemek için deliler gibi isteklidir.




Kendi bahçesine ayak basılıp siyahlarına beyaz, allarına mor dendikçe şekillenir işte, anlaşıldığı, kabul edildiği yerlerde daha çok kendini arar.İşte sömürgeleştirilen yüreğinde büyümeye yolculuk böyle başlar.

Terrible two denen ideolojikleştirilmiş dönemden geçiyormuşsun uzzun kelamın kısası...

Bu dır dirli cümleler hem kendimden hem senden seçme tecrübelerim yargıları,emin olduklarım...

Zorluyorsun dünyanın sınırlarınuı ama idaresi felaket değil...

Bende bunu seninle öğreniyorum.

Kalabalık bir ortamda senin iyiliğini isteyen her yetişkinin 3dk da en az bir komut attığını ve bunu bir yetişkin bir insanın bile kesinlikle kaldıramayacağını düşünürsek senin işinin daha sabır gerektiğini anlıyorum.

Sende buna yanıt gibi hayır demek için sadece hayır diyorsun, donduğun halde montunu giymiyorsun, düştüğün halde yine çıkıyorsun, benim istediğimi giymiyorsun, 1 dk önce istediğin unutup başka birini istiyorsun, daha çok ben, daha fazla ben yapppıcam diyorsun, engellenmekten nefret ediyorsun,ben varım diyorsun kıssadan hisse.

İtiraf edeyim bocalasamda kendi kurallarımı çerçevelerken,bazen kendi koyduğum kuralı ezsem yada yenik düşsem de, bazen hayatta hiç olmadığım kadar net görünsemde acemiyim,acemiyiz ebeveynce...

Şimdilik mantıkla sarmal kısıtlamalarımıza önem verip, herşeyi yapabileceğine olan inancımızı sabrımızla sana sunuyoruz.

Gerisi zaten hikaye,gerisi bolca çocuk kalman temennisi ...

Sevgiler

Annen

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Küçük Kuş ve Beyaz Mermer Şehir.... 26 Oct 2011 5:12 AM (13 years ago)



Kaf dağlarının eteklerine kurulmuş bir şehirdi orası,bulutları turkuaz hareli, gökyüzü manalı kifayeli...



Kandiller ışıldardı geceleri ve yıldızları kıskandırırdı kendine, yemyeşil çimenlerini ılık rüzgarların dövdüğü bahçelerde meyve kokuları saltanat sürerdi.


Yarın hiç düşünülmezdi burada dün de ona keza, çünkü bugün hatta bu anın dayanılmaz güzelliğinde vardı mutluluk,bu bilinirdi,


Sahip olunan hakikatti ve sahip olunacak olan hayal, hakikatin kucağında şükürle keyifli hayaller kurulurdu.

Fıtratı dupduru gönüllerde güzel olana bir aşk,dilde güzel olanı söylemeye bir telaş vardı....



Çünkü buraya uğramamıştı kızgınlık, o dağları delen öfkeyi hiç duymamışlardı. Hırsların,insani tuhaflıklarının bazen fesatlıklarının olduğunu hiçkimse öğretmemişti, bilmiyolardı suya atılan bir taşın bir büyük denizi dalgalandırabildiğini...



Bilmek istemiyorlardı ızdırabında değil,bilmemenin masumiyetinde yaşıyorları çünki...



Bir kitap okuyorum şimdilerde,küçücük bir kuşun bile cüssesine bakmadan beyaz mermerli bir şehri tam kanayan yerinden yararak deşebilerek yerlebir edebileceğini anlatıyor fikrime sığamamacasına...



Korkuyorum çok zaman, şimdiki gibi hep yanında olamamaktan,...


Bu nevrotik bir korku oysa, asla seni tamamı ile koruyamam ve sana bu saatten sonra böyle bi şehir kuramam biliyorum...

Bana bu şehri hayal ettiren ne biliyormusun?



Ya dünya dönsün böyle bir kıvamda dursun...Ya da bana seni geride bırakacak kadar kuvvetli olduğunu göster ileriki bir zamanda ne olursun....

Seni çok seviyorum Balığım..


Gördüğümü sindirebilmem ümidi ile...

Ebru

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Minik eller iş başında _3 (Bİr çOcuKlA YaŞAmAK) 6 Oct 2011 3:05 AM (13 years ago)





Resimler de güneş ışığı yok hiç, zaman hep akşam çünki...


İş mesaisinin bitipte ev mesaisinin tuhaf bir seyirde başladığı zamanlar.


Yemek yemenin, bir film izlemenin ertelendiği, gerçeklerin perdesinin kapanıpta güzel yüzlü bıkana dek oyunlar diyarında keyfe keder eğlenildiği vakitler bunlar...




Kağıttan hayatlar,boya kalemlerinden hayaller,kitaplarda başka alemler bambaşka düşler keşfedildiği,insanın minicik bir eşya ile nasıl deliler gibi sevinebileceğini şahit olduğumuz çocuksu bir kaç saat...





Bir çocukla yaşamak; inişli çıkışlı haller yüklü entarisini çıkarıp üstünden ,yeniden başlamaktır herşeye, başka bir boyute geçmek,evrene hükmetmektir.




Sabır göstermek bazen en istenmeyecek şeyi isterken o ve sabırsızlandığında tüm gün sabır ettiklerini getiriverince aklına onun bu çocuksu talebine gülüp geçmektir.










Bir çocukla yaşamak sarılıp tüm hayellerine uzun yolculuklara çıkmaktır.


Oturup hayatının başına tüm olabileceklerin olabilirliğini seyre dalmak, bir anlık değil uzun bir zamanlık mutluluğun çok basit eylemlerin ardında gizli olduğunu gözlerinle görmektir.




Tren vagonlarına sevdiklerini yüklemek, kral olup masallarda taçlanmak,bir tırtıl olup bir elmanın tadına bakmak,hem var olup bedenince alemde, ruhan tamamen yok olmaktır.





Bir çocukla yaşamak asla tam olmamaktır, hep bir arayışın peşinde ilerlemek,daha çok bilmeyi istemek,bildikçe ilerlemek,ilerledikçe daha çok eksik hissetmektir.




Yeni teknoliji ürünü bir zamanın dört haneli senesinin tüm aksilikleri peşine taktığı bir iş gününün akşamında bir çubuğa dizili boncuk,bir beyaz sayfada küçük bir çizik olmaktır bir çocukla yaşamak...









Ve bir çocukla yaşamak en çok yeni baştan yaşamaktır.İlk kez yürümek,ilk kez gerçekten gülmek,güzel şeylerin var olduğuna ve yaşadıkça var da olacağına inancını bilemektir.Yaşadığına sahip olduklarına ve bazen olmadıklarına ağlayarak şükretmektir.




Aksiliklerin, küçük bir bedende nasıl manasını yitirdiğini gördükçe,tüm küçük dertleri avuçlarında eritmektir.







Girip onun huzurlu kuytusundaki masalsı ormana,usul,sessiz,sakince ağaçların hışırtısını dinleyip göğsüne koyduğu sıcacık başı ile ısıttığı yüreğinin yalnızca bu an duyabileceğin sesini dinlemektir...









annen....








































































































































































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Bizim bayramlarımız,şenliğimiz sensin... 5 Sep 2011 2:45 AM (13 years ago)





Düşünüyorum da bir 20 sene önce ben 8,9 yaşlarında iken özel bişeydi bayram.

Çok eski değilim hatta genç zamanlarımda bile sayılabilirim ama çocukluğumu düşleyince bayram için içim titriyor halen...




Ailemizin daha çok bayramlarda alabildiği yeni kıyafetlerimizin alınma telaşı, kurbanlık koyunumuz ile dedem kendisini kesmeden hemen önceye kadar kurduğumuz muazzam dostluk, bayramdan bayrama şehir dışından gelen halam sayesinde görüştüğüm kuzenlerim, erken kalkılan sabahlar ve ziyaretler için sonu annanemlerim Çatalcanın bir köyünde biten uzun ziyaretlerimiz...


Bayram bu, bayram beklenen, bayram annemi en güzel göründüğü halleriden birinde, babamı ailece tüm gün bizimle gördüğüm nadir günlerden...


Harçlıklarımla alacaklarımın hayallerini günler evvelinden belli ettiğim ama nasıl oluyorsa her seferinde o kadar parayı bir şekilde mutlulukla çarçur ettiğim zamanlar...








Bayram yenilik,neşe, sevinç, paylaşmak ve hep mutlu olmak kafamda...


Neden şimdi bunları anlatasım geldi ?

Bayramın Ağustos sonuna gelen 9 günlük tatilini bir sayfiyede geçirmek için envai çeşit otel,motel arayışlarımın bir şekilde bir yerde son bulması ile İstanbul' dan uzak ziyaretsiz, yine mutlu ama bayram manasında kifayetsiz geçirdiğimiz ilk bayram olması neticesi heralde biraz dibe daldırdı beni...



Ailelerimizi bırakıp gitmek hiç istemedik, o zaman aileleri alıp gitmeliydik.Nasıl oluyorsa tüm egeyi ve yakın akdenizi doldurmuş memleketimin ahalisinin sayesinde en son soluğu Edirnenin Keşan ilçesine bağlı Erikli köyünde aldık.


Cumartesiden Pazara 7,8 gün deniz kum güneş,muhabbet eyledik,

Saçlarımıza Rüzgar ve güneş değdirdik

derin nefesler aldık ormana doğru pek iyi aman pek iyi geldi...










Evvelden çok defa da yadırgamışlığım vardı bu bayramda büyükleri bırakıp kaçmalara,çocuklara bayrama benzemeyen yerler açmalara ama bu Ramazan sonu bizi de tatile çıkarıverdi işte.







Bayram sabahı evin erkekleri yine camiye gitti, evde hanımlar biraz daha ciciler giyindi,kahvaltılar hazırlandı,eller öpüldü,bayram harçlıkları verildi.


Rüzgar sabah annesi ile uyandı,yeni bayramlıklarını giydi kuşandı,dedesini babasını bekledi,harçlıkları ceplerine ekledi,şeker bile topladı.


Üstüne bir de kocaman bir akülü motoru oldu bıdığımın bayram hediyesinden,biliyorum fikrinde bu kadar güzellikle bayram bir şekilde yer etti...








İstediğimiz de buydu,bayram adabının güzel adetleri hiç bitmesin,öyle güzel bir zamanki asla alelade geçmesin,20 sene öncesinden 20 sene sonrasına bir ucundan mutlaka yakalayabilsin.





&












&







&








&






&





Bayramın yanında misgibi havayı besleyen ılık bir bahar rüzgarı eşliğinde sığda bir denize girince değme oldu keyfimize, günde Rüzgarın 50 den fazla deniz atlamaları, kocaman kollukları,ıslak kirpikleri,sürekli bir satıcıdan bir şey ister halleri,mutluluğu vardı avuçlarında...


Dönmek istemedi, güzel şeylerden dönmenin ne demek olduğunu da biliyordu sanırım artık....






Bazen onunda bizimle çalışıyor olduğunu düşünüyorum yalan değil,sabah erken kalkıp yola çıkıp ananesine giden akşam olmasını bekleyen, tatillere sayılı günlerde çıkan bir çocuk o, doyasıya yaptığı şeyler ne kadar doyduğu ile sınırlı...








Şükür ammavelakin bu hale de,bu hallerde olabilen bu güzel karelerdeki keyifli ailemin sağlığına ve yanımda oluşuna bin şükür...


Hepinizi çok seviyorum.


Ebru.



































































































































































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Minik eller iş başında _2 24 Aug 2011 2:46 AM (13 years ago)



20 ayı geçtik artık,2. yaşına doğru gidiyoruz ve zaman kavramı yavaş yavaş ellerimden kayıp giden sabuna benzemeye başlıyor.Eskiden de çabuk geçiyordur yıllar evet, ama şimdi aylar, günler, her ana yeni bir yenilik katan bir çocuğun yanında iyice belirginleşiyor.


Baktı,beni gördü,güldü emekledi,yürüdü derken arkadaşım oldu şimdi...




Mutluyum, gerçekten minik yuvamın güzel kanatları altında senin parmağının olduğu her anda ve senin varlığının olduğu o güzel yuvamda huzurluyum.




Yorgunum belki, çalışıyorum, en çok sen, baban ve ev, ve en az kendim için.


Anne olmanın bir yerlerde önüme çıkardığı olamam gelemem yapamam edememlerinin bir köşesinde oturup seyre dalsamda kendimi bazen, bir anda her birini gülen gözlerinde unutacak kadar hafiflemişim görüyorum.





Birlikte olmak,hayatta bir takım olmak gerek her zaman fikrimce,yalnızlık dingin anlar için gerekli ama gülen bir hayatın devamı için kısır.




Birlikte olmanın ötesine geçip birlikte birşeyler yaratmaya gelince sıra o daha da heyecanlı, ve bu sadece benim için değil artık bazen ikimiz,bazen üçümüz bazen ikiniz için anlamlı...





Bu haftalarda bu zihniyetçe bir dolu şeyyaptık yine seninle,tv izlemeye başladık biz bir zamandır,Arka Bahçemde Bilim de gördüğümüz uçak maketini yaptık isteğiniz üzerine,bu ara takık olduğunuz hayvanlardan Penguen Uçağı olsun dediniz,uçururken gülüşmelerin şimdi bile hafızamda...




Sonra ağaç yaprakları toplamıştık bir akşam üstü, sen neden topladığımızı epey merak etmiştin, onları yeşilden başka renklere dönüştürdük,sulu boya ile, beklediğim kadar çetrefilli geçmedi suladık boyadık keyifle.




Taşıtlar ve hayvanlar takıntın ya, en hızlı öğrendiklerin bunlar. Melissa&Doug manyetik hayvanlarımız vardı, sayfalarını çıkarıp deniz üstü ve deniz altı hayvanlarını ayırdık bu çok keyifli oldu,yengeçi taklit ettik, ahtapotu tahmin ettik, ve ortaya çıkardıklarımızı seyrettik.












Hep diyorum sen odanda arada bir ilgin dağılsa da senle ilgili ve senin için birşeyler yapmamıza, senle olmamıza bayılmaktasın, varlığına saygı duymamızı bir insan olduğunu kavramımızı isteyip durmaktasın,zorla olan en hoş şey bile keyifsiz,taklitle değil söylemle öğretmeye çalışılan herşey faydasız bu çok belli...





Doğan Cüceloğlu diyorki;


Kırlangıcı kırlangıç olarak kabul etmek,onlara zarar vermeden yaşamaya özen göstermek ,onların çevrem olmasını istemek kırlangıçlara saygı duyuyorum demektir,




kırlangıcı sevense eyleme geçer,kırlangıcı tanımak için okur,araştırır,ortamlarını daha iyi olması için çabalar belki dernekler kurar,karşılığında özgür olmaları dışında bir beklentisi yoktur.




Çocukta aynen böyle bana göre; seni sen olarak kabul edip sen olarak yaşamana müsade ettiğimiz, birşeyleri dikte etmekten vazgeçtiğimiz,hayatına özen gösterdiğimiz müddetçe sende hayata saygı duyacaksın belli...


Yoksa kırlangıcı herkes sevebilir,mühim olan onun ne olduğunu sindirmektir.




Kırlangıcım sizle çalışmak güzeldi...




Annen...


































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Ramazan,bir ılık huzur... 23 Aug 2011 1:14 AM (13 years ago)

Bir kalemde şöyle dile gelmişti Ramazan ayı;

kapıları camları sımsıkı kapalı bir evin içinde olmak gibidir .Işığın siliciliği biter ve karanlıkta hiç görmediklerimiz belirmeye başlar.


Ilık ve güzel bir esinti gibi doldu sofralarımıza, gönüllerimize fedakar verici çiçekler açtırdı, mazlum da, aç ta ,muhtaç ta birer birer döküldü gözümüzün önüne,

lakin nefsimiz bizi doyurmakla meşgulken göresimiz gelmiyordu hiçbirini...



Sıcak, olacak olmayacak diye başlayıp bulmuşken bugünü ve şükürlerin sonunun bir bayramla buluşmasına sayılı günler kala iftarları ve sahurları hazmediyorum son demine kadar.

Yemekten önce sofraların bereketi, birlikte olmanın hikmeti, gönülün ferahlığı, aklın rahatlığını, sahurda alacakaranlığın güneşi müjdeleyen heyecanlarını,bol bol zikreden elleri seyirle zevkediyorum.

Kalbim aklım bir küçük çocuğun gözünün bebeğine dolmaya başlayacak yaşın ışıltısını görebilecek kadar hassas, ruhum yokluğun aslında ne büyük faziletler getirdiğini izah edercesine mağrur...


Gitmesini hiç istemediğim,her gidişinin ardından sanki hayatın ışıltılarını kaybetmişim gibi hissettiğim ruhumun avucumun içinde tuttuğum nadide bir zaman Ramazan...

Daha çok sevindirilen çocuklar gördüğüm, sitemi, şikayeti, fazlayı, ölçüsüz istemeyi kalbime gömdüğüm bir rüya...

Ve bayram,

sabahları yeni ile temizle donanılan ,sevindirmelere gidilen,

hep gittiğimiz evlerin daha şen,lokmaların daha tatlı, ikramların daha bol olduğu o bayram...



Çocukların ellerinde şeker,kollarında umuttan çiçekler, gözlerinde sevdikleri ile sevdikleri gibi olmanın verdiği fer...




Camilerin içinde dizlerinin üstünde o serin havayı ruhuna şifa ile içine çektiğin,büyüklerini ziyaretinle sevindirdiğin, gönül gözünle nefsini perdeleyebildiğin, hissetiklerimizi seninde hissedebildiğin Ramazanların,bayramların olsun oğlum...



Hayat inanmak,doğru yaptığına inanmanın basamağında mutlulukla yaşamak ve inanmış olmanın verdiği huzur ise eğer,şükürler olsun bugünü gören halime ve yine şükürler olsun bunu bana yaşatan Rabbime.....


Annen













































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Minik eller iş başında _1 11 Aug 2011 1:50 AM (13 years ago)


Eskiden ne ile oynuyorduk biz,bir çay tabağı ve kaşığı ile oyun oynarken hayale binayen orduyu doyurucak kadar yemek yaptığımı hatırlıyorum.Sıkılmadan,yılmadan...


Bahçede solucan yakaladığımızı,kavanozlarda onlardan turşu yaptığımızı biliyorum,evet kulaga nekadar iğrenç gelsede,

Düşündükçe gerçi ve hatırladıkça bir çok şeyi bir önceki yargımı çürüteceğim gibi.


Yani koşmaktan düz yerlerlere tırmanmaktan, ordan buradan aşağı kaymaktan, evdeki yastıklarla savaş yapmaktan ziyade daha dingin şeyler yapıyordum gibi geliyor ama, annemin de tabi bir hafızasını yoklamak lazım.


Lakin belki benim bayan cinsinden oluşumdan ,belki kendime toz konduramayaşımdandır ama senin bu hareket telaşın , durmak bilmeyen savaşın, genelde başında olmayan aklın sebebi ile arkanda bitap kan ter içinde insanlar olarak yaşıyoruz maaile...



Şimdi tüm bunlardan fırsat bulduğumuz ve ilgini çekebildiğim nadide anlarda 18 ay sonrası ortaya birşeyler çıkarma derdine düştük ikimiz. İyi de oldu ki enerjini yapabilirliklerine yönlendirdikçe daha uzun soluklu keyifler görüyorum sende e tabi iş in sonunda övüntülerle birlikte...





Evvelki hafta sonu doktor çıkışı başbaşa seninle bir büyük markete uğrayıp,sululu,parmaklı,pastelli,simli boyalar,yapışkanlar,renk renk kağıtlar,çıkartma kitapları,makas aldık.


O hafta sonunu takip eden bir akşam da Mothercarein sevinçli indiriminden de çift taraflı yazı tahtası,baskılı parmak boyaları,ve boyama kağıtları aldık babanla...



Almak bile heveslenmeye yeter ya aklımdakileri eteğe dökmek için evde fırsat bulduğumuz ilk gün oturduk başlarına...




Sitelerden eş dosttan çalıp çırptığımız aklımda olup derhal yapayım dediğim malzememizinn yettiği ne kadar şey varsa yapmaya başladık yavaş yavaş...

Resimleri ekleyip sonradan bakınca daha başka cin fikirlerde geldi aklıma,tez zamanda kağıda boyaya geçirilesi muazzam olacak olan.






Ama işte mevzuda başa dönmek istemesemde yine hareket odaklı hayatımızın dizginlerinin ilk etapta nereye gideceğini bilemediğimden parmak boyasını evvel bahçede yaptık, sonra evde kazandığımız tecrübelerin üstünden giderek ancak rahat bir nefes aldık.





Biz diğer yandan artık seninle barbunya ayıklıyoruz, çatal kaşığımızı makinaya yerleşiyoruz, çamaşır katlıyor,topluyoruz,montessori ile doğal çalışmalar yapıyoruz, bol bol kitap okuyoruz,hatta artık konuyu senin belirlediğin bi konuda üç beş kelam muhabbet bile ediyoruz.

Büyüyoruz,büyüyerek öğreniyoruz işte en güzeli,keyif paylaşıyoruz masumca...


Tertemiz sayfalar açıp hayallerimizden parçalar boyuyoruz yapıştırıyoruz,herşey aslında seninle güzel vakit geçirmek için,yoksa makas tutmak şu anda seni terzi falan yapacak değil....





İşin özü

Sizinle çalışmak güzeldi :)

Annen...




















Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Hayat Ağacı... 29 Jul 2011 5:20 AM (13 years ago)


Hafta sonu yapacaklarımız var senle, bir mevsimler takvimi , bir gece gündüz,yeni el boyalarımızla yaratıcı çalışmalar gibisinden.

Bol bol konuşup, dışarıda ağaçlardan yaprak toplayıp boyayacağız.Sonra onları renk renk boyayacağız ve ne yaratırsak dahası...


Yapacak şeylerimiz olmasını bile seviyorum.

Ama tüm bunlar için biraz materyal toplayayım dediğimde, bir ağaç kalem çizimi ararken yabancı bir blogta karşılaştım bu resimle.


Şu an dallarına uzanamadığın bir ağacın sana ne tür meyveler verdiğini ve olmuş meyveleri dibine düşünce alıp onlarla eğlendiğini düşündüm.

Ben sana meyveyi tanıtandım doğadan ilham alarak, şu an da uzanamayarak benden öğrenen ve meyveye anlam verense sendin.


Ne kadar çok meyve uzatırsak sana o kadarının tadına bakmaya,kucağında biriktirip bize fırlatmaya,eğlenip dünyana renk katmaya meyilliydin.

Bu ağaç işin özü hayatı temsil ediyor gibi geldi bana,minicik ellerinden tutup sana her dalda başka bir rengi anlatan biz,anlamaya çalışan,daha doğrusu anlanmandırmaya uğraşanda sen...



Ne mutluydu,çünkü anne olduğumdan beri büyütmemiştim aslında ben, birlikte daha fazla büyüyebileceğim bir yol arkadaşım vardı.


Çünkü çocuk olmak hayata en çok kendine birşeyler kata bilceğin pencerenden bakmaktı.

Tepkini,düşündüklerini,yaptıklarını veya yapmak istemediklerini düşündükçe insanlığımla daha çok tanışık olmaya başladım sayende.


Sen tertemiz bir sayfaydın ve her tepkin birebir gerçeği yansıtıyordu.

Rabbime şükürler olsun ki bu inanılmaz bir şanstı, ne kadar çabalasamda seninle ilerlenilen imtihanlar tecrübe edilmesi hiçbiryerde mümkün olmayan anlardı.



Gerçek kahkaha, içten gülüş, ciddi bir ağlayış,masum kalmış bir bakış, bilmediğini kabul eden bir yüz, daha fazla sabır, daha çok şükür,daha sağlam bir irade ve daha çok arınmış bir insani bakış açısı...


Ama en çok arka arkasına herşey için iyilik dilemek.

İnsanın anne olmasının tüm meşakatli yanlarını minicik bırakan, kocaman bir yürekle öğrenmekte öğrenmek...



Evet bu hafta sonuda seninle bir dolu işimiz var, işimiz keyif, işimiz eğlence, işimiz renk ,işimiz dönence.


İşimiz çok ciddiye aldığınız tamamı ile anlamsız bir dolu şeye inat, pahada hafif ama özünde bir dolu yaratıcı şey yapıp küçük şeylere mana katmak...

Oh ne güzel oh ne güzelll....Yaşasın ...Annecimmm...Balığımsın...

İyi Hafta sonları...

Ebru

















Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Yoktan Var Olmak ,18 ay 19 Jul 2011 3:22 AM (13 years ago)






Lisede Fen Bölümü okuduğum 3 sene dışında rakamların peşinde bu kadar çok koşmamıştım. Taki anne olduğum o gün,önce saati,sonra günü,haftayı ve ayları sayana kadar.


Önce 20 günlük oldu,sonra 40 ı çıktı,daha sonra 6 ayı doldu,aaa! 1 yaşına girdi ve nihayette nedense kendime bebekliğinin bitişini bellediğim 18.ayına geldi.


Okunan kitaplarda, eğitim felsefelerinde, pedegoji anlayışlarının bir çoğunda artık bebeklikten uzak kabiliyetler beklenen, bu duruma uygun aktiviteler ekleyebildiğim,oturup sohbet edebildiğim,seni sen olarak boylu boyunca görebildiğim bir zamana vurdu minik ömrün.


Şimdi cidden karşımda 2.yaşına hazırlanan,günden güne donanımlanan,kimi gün atmaca kimi gün papağan,şaşırtma abidesi bir yaratık var.


Üsteliyor,bekliyor,alıyor,onaylanmak istiyor,sevdiğini,ilgilendiklerini,öğrendiklerini belli ediyor tekrar ediyor...


Her yeni gün bir başka pencereden kafasını uzatmış tanımaya değil tanımlamaya çalışıyor artık.







Artık evde arkadaş olmaya çalışıyor bana, sofra kurmamıza, tamir yapmamıza, arabamızı yıkamamıza, ve müsade edildikçe ben olduğunu gösterebildiği her yeni şeye yardım ediyor devminik aklı sıra...


Az evvelinde 18 in, ikili cümleler kurmaya başlamışken bitirdiğimiz şu ara; öznesi yüklemi ile cümleler kuruyor.


İstekleri var, istemedikleri, öğrenmek isteyip öğretmemizi bekledikleri, olmadık bir anda kaydedip sonradan çıkarıp cebinden yüzümüze üflediği kelimeri var ....


Oysa rakamsal takviminde belki bir kaç zaman önce ayakları vücudunu bile kaldıramıyor,renkli olmayan hiçbirşeye aldıramıyorken.


Paylaşmanın,yaşamanın, suyun, hayvanın, yağmurda ıslanmanın ve bin türlü onun fikrine heyecan veren olayın rengi ile karşılaşıyor.



Okumak istiyor bol bol, kitaplarını seviyor en çok, sonra erkeksi taşıtlarını, odasının duvarlarını kalemleri ile boyamayı ve fark yaratmaya çalıştığı herşeyin farkedilmesine bayılıyor şimdilerde.




Gözlerinde onaylanmak için muazzam bir çaba var,benliği onu çekip ben olması için sarmalamış durumda.




Dalından dut yediğinde, hele de kendi uzanıp dut dalı terkeylediğinde seviniyor bir sürü, hiçbirşeye kötülük konduramıyor.




Dişisini onun küçük ellerinden kollayan erkek maymunun kafesinden kafasına yaptığı darbe için dönüp "sevdi!" diyor bize....



Enerjisini takıp koluna olmadık maceralara çıkıyor, yüksekler, tırmanmalar, toplar kendince yaptığı sporlar ve kendine verdiği "koş! zıpla!" gibi komutlarla mutlu mesut yaşıyorlar.



Biz mi?Biz se her korumacı aile gibi çemberin dışında kalmaya çalışsakta tecrübelerimizle aşikar en azından şimdilik o anlarda en fazla 2 metre uzağında durabiliyoruz.






Yüreği sevgi dolu,kalbi bereket...



Vermeye vermeye ve hep vermeye meyilli, ilk kez gördüğü abisinin omzuna attığı eli çoşku ile karşılayıp heyacanla biriktirdiği kelimelerle ona kendini anlatacak,



illa ki bir yerlerde bir kardeş bulacak,kendisine göz kırpan bir ablanın kucağına kurulup oturacak oturduğu yerden bana el sallayacak kadar...



Bu cesaret ,bu girişken ruh, bu dört yanını sarmış keyif sadece ve sadece seninle olmasının hep hayalini kurduğum,



yoksa geriye kalan dünyevi eklentilerin hepsi bana göre tamamı ile kurgudan ibaret bir hikaye...



İçinde senin kontrolünde bulunan bir yaşama bağlılık, sevgi,özgürlük ve cesaret dürtüsü seni hayatının son anına dek zaten hem mutlu hem başarılı kılacaktır bunu biliyorum.



Paylaşmalarımızsa seyreldi tüm bunların yanında, mesele senin olan veya olduğunu varsaydın birşeye denk geldiğinde istisnasız tavrını koyuyorsun artık,



Sahiplenmeye başladım kendimi,kendimin olmasını istediğimi hayatımı dercesine almak isteyene Benim ! diye söyleniyorsun, 4 yaşına kadar yaklaşık böyle sürecek bir rutin bu,buda büyümenin doğası gereği...






Ben ve baban mı?



Güzel gözlerinden,gülen yüzlerinden,çeşit çeşit hallerinden lıkır lıkır keyif içtiğimiz dakikaların keyfini sürüyoruz.



Çok yol katettik ananenin yardımı ile, çok ayrı, ama çokta güzel günler geçirdik 1,5 yaşına kadar biliyoruz,



Sana hayatı en güzel tarafından tanıtmak ve sana sevgi ile doygun bir yuva yaratmak için çalışıyoruz işte elimizden geldiğince,



çünkü hayata tutunmak aslında güzel anlara sarılıp öylece yaşamak değil, olmadık şeyler yaşadığında içindeki güzelliklere el değdirtmeden oluruna bırakmak gerektiğinde..



Bunlarıda öğreneceksin balığım...



Ama yeri ve zamanı geldiğinde...



Çok seviyoruz,elimizde olan olmayan hepsi bu...



Öpücükler o yoktan var olmaya çalışan masum yüreğine...



Annen...





(Bu ara hep yazmak istediğim şu ki kendi bloguma yorum bırakamıyorum,ne kusur ettim ben bu blogspota bilen biri varsa ebaskoylu@gmail.com a mail atabilir, yorum adı üstünde sohbetteymiş havası veriyor ya hani bayılıyorum,ellerinize sağlık)

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Bir başka CAN için ne yapıyoruz? 14 Jul 2011 12:41 AM (13 years ago)

Zaman gündelik telaşlarla geçip giderken bir gün yürekli bir arkadaşın eklentisi ile bilgim olan bir haberin yazısıydı az sonra ekleyeceğim.


2 yaşında açlıktan ölen bir çocukla ilgili...


Çokdüşündüm ondan sonra bunun üzerine, çok sıkıldım, her Rüzgarsı şanslı dakika hatırlattı bana bu yazıyı.


Çok olmadı göreli belki 3 belki 5 gün ama belki 500 defa üşündüm.


Sokaklarda dışarıda herhangi bir mekanda ki çocuk yüzlerini, içinde bulundukları durumun hallerini doğum anından beridir daha çok izliyorum, yanlış anlamayın izliyorum, izlemek başlı başına yanlışken...


Onların hiç anlayamadıkları bir varlık içinde doyumsuzlaştıklarına,veya yokluklar içinde dünyadan uzaklaştıklarına şahit oluyorum,içim titriyo,eve alıp götüresim geliyor bir an anlamsızca...


Bu sabah oğlunun yanında yaşamak istemiyorum diyen arkadaşım,bir rüzgarlı sabah bebeğinin çıplak ayaklarının avuçlarının içine almış ısıtmaya çalışan annedaşım, önüm arkam sağım solum bir çok yanım ahlarımı birbirlerine zincirleyip beni boğan ahvallerle dolu.


Ne demek istediğim gayet açık hiç uzatmayacağım.




Evimizin havuzunda geçiridiğimiz bu Cumartesi günü Rüzgar a bakarken bugün suya dokunabilmiş şanslı çocukları, Pazar gezsin diye binbir anne blogundan esinlenip gittiğimiz kahvaltıda açlıktan ölmekte var'ı düşündüm.



Anne ve Bebişi blog yazarının yazısını bir okuyun derim noktasına virgülüne varana kadar, tabağını bitimiş çocuğunuzun bir kaşık daha yemesini için peşinde koşarken,bir yerlerde onu yaşattığınız zaten büyük imkanlarınızı çoğaltaya çalışırken,tüm bunları bir değil bin çocuk için yapabilmenin vereceği hazzı ve dünyada açlıktan ölen çocukların olmayacağını düşünün.








Ben kendi adıma tribünden sahaya girmek için acıma acınacak hale düşersin diyen atıl beyinlere inat dört kolla sarılacağım bunun için, elimi uzatacağım tutmak için birilerini aramamışcasına,oğlumun gelecekteki güzel arkadaşlarını açlıktan öldürmeyeceğim.


Evet ben öldürmeyeceğim,

açlıktan öldüren biziz çünki!


http://annevebebisi.blogspot.com/2011/07/ben-her-seyin-en-iyisini-hak-ediyorum.html


Ebru





Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Facundo Cabral,Kendini sevmek... 13 Jul 2011 12:52 AM (13 years ago)





Dün sabah güzel bir arkadaş gönderdi bana bunu, çabuk gerçekleşen gel gitlerimin





birinde hayatımın yaşadığım boyutunda yaptıklarımı az önce sorgularken,mutsuzken...




Bazen dengeler sarsılmasın diye mi oluyor bu tamamlamalar anlayabilmiş değilim.Tam durduğum yerde içimin kabasını sıyırıp geçiyor satırları, paylaşmak, belki birine daha ulaşmak ve bir yere sabitlemek istedim.




Ve dün kararlar aldım tekrar,alması bile ruhumu hafifleten...




Mutlu olmak için yapmam gerekenler değilde,"en gereksiz detaylarda nasıl mutlu olurum"'u yazdım başa, çoğaltıkka çoğalttım.




Ve bakış açılarımın renginin pek çok kişiyi, en başta da sonralar da seni etkileyeceğini düşündüm.


Bir anda sıkılmaktan, çabuk yorulmaktan, usanmaktan,hep bir dürtüsel arayışta olmaktan vazgeçtim, pişmeyi seçtim her tavda...


Ve seni pişirmeyi bu yolla.


Bir kuşun ölümüne dahi, bir mezar kazabilmek için orada olduğunu anlaman bunun için şükre uyanman için.




Ve en can alıcı kararda hayatımın, sevdiğim şeylerle meşgul etmekle yükseleceğiydi en son. Sevdiğim, doyduğum, inandığım şeylerle uğraşıyor ve oralarda var oluyor olmamın beni tazeleyeceği, taze başarılar getireceği, bunun için de alternatiflerimin temellerini atmalıyım dediğim son kararımdı bu yazı üstüne.




Bu gel gitte dönemeci güzel dönmemi sağladı bu dünyanın öbür ucunda ölen adam ve sana kalın puntolarla bir kaç kelam yollamamı...




Sevgiler,Ebru




*


Kendini sevmek


(Bu satırların yazarı Facundo Cabral'dı. Arjantinli şarkıcı. Geçen cumartesi sabahı Guatemala'da havaalanına giderken arabasında taranarak öldürüldü. 74 yaşındaydı)


Hayır, bunalımda değilsin; sadece dalgınsın. İçindeki hayatın dalgınlığı bu. Ve bir de seni çevreleyen hayatın dalgınlığı: Yunuslar, ormanlar, denizler, dağlar, ırmaklar...



Kardeşinin düştüğü yere sakın düşme; bir insana üzüleceğine, dünyada 6 milyar insanın yaşadığını düşün. Hem sonra, yalnız yaşamak o kadar da kötü bir şey değil.




Örneğin bana tek başıma yaşamak iyi geliyor. Ne yapmak istediğime tek başıma karar verebiliyorum ve yalnızlığım sayesinde kendimi tanımayı öğrendim ki, yaşamak için bu çok önemli.




Babanın 70 yaşına gelince kendini yaşlı hissettiği için düştüğü yere düşme. Baban Musa'nın 80 yaşında bir kavme rehberlik ettiğini, Rubinstein'ın 90'ında Chopin'i yorumladığını unuttu.




Hayır, bunalımda değilsin; sadece dalgınsın.


O nedenle de bir şeyler yitirdiğini sanıyorsun. Oysa imkansız bir şey bu, çünkü sahip olduğun her şey sana verildi. Başındaki tek saç kılını bile kendin uzatmadın, o nedenle hiçbir şeyinin sahibi değilsin.




Üstelik hayat senden bir şeyler alıp götürmüyor, seni bir şeylerden kurtarıyor. Daha yükseklere uçabilmen, mükemmelliğe ulaşabilmen için seni hafifletiyor. Beşikten mezara kadar hep okuldayız ve senin sorun dediklerin aslında gördüğümüz dersler.




Hayır, kimseyi yitirmedin; ölen sadece bizden biraz önce gitti, çünkü orada hepimiz buluşacağız. Üstelik, sevginin en güzel yanı, hep kalbinde olması. Kim İsa'nın öldüğünü söyleyebilir? Ölüm yok, sadece taşınmak var.




Ve öte tarafta seni harika insanlar bekliyor: Gandi, Michael Ange, Walt Whitman, Aziz Augustin, Teresa Ana, anneannen ve de yoksulluğun insanı sevgiye daha da yaklaştırdığına, çünkü paranın insanı birçok şeyden uzaklaştırdığına ve bizleri birbirimizden kuşkulanır hale getirdiğine inanan annem.






Sadece sevdiğini yap, mutlu olduğunu göreceksin. Sevdiğini yapan başarmaya mahkumdur. O başarı da vakti saati gelince ortaya çıkacaktır, çünkü orada olması gerektiği an kendiliğinden orada olacaktır.




Hiçbir zaman zorunluluktan ya da uzlaşmak adına yapma; sadece sevgi için yap. O zaman keyif içinde yaşayacaksın ve o keyifle her şey mümkün olacak. Ve de hiç çaba harcamayacaksın. Çünkü hayatın doğal gücü seni harekete geçirecek.




Eşimin ve kızımın içinde bulunduğu uçak düştüğünde beni de hayatın o doğal gücü ayağa kaldırdı. Doktorlar en fazla 3-4 ömür biçtiklerinde beni hayatta tutan da o doğal güç oldu.




Tanrı sana bakmanla yükümlü tuttuğu bir insan verdi. O insan sensin. Önce kendini özgür ve mutlu kılmalısın ki, sonra başkalarıyla gerçek hayatı paylaşabilesin.




Kendinle barış, aynada kendine bak orada gördüğün insan Tanrı'nın eseridir. Hemen o an mutlu olmaya karar ver, çünkü mutluluk bir kazanımdır. Üstelik mutluluk bir hak değil görevdir; çünkü sen mutsuz olursan, seni sevenleri de üzeceksin.




Unutma, yaşamak için yeteneği ve cesareti olmayan bir kişi, bir tek kişi, 6 milyon insanı öldürttü.




Sevinmek için o kadar çok fırsat var ve dünyadaki yolculuğumuz o kadar kısa ki, acı çekmek zaman kaybından başka bir şey değil.


Kışın karı, baharın çiçekleri, Perugia çikolatası, Fransız baget ekmeği, Meksika takosu, Şili şarabı, denizler, dereler, Brezilya'nın futbolu, Binbir Gece Masalları, İlahi Komedya, Don Kişot, Pedro Paramo, Manzanero'nun bolerosu, Whitman'ın şiirleri, Mahler'in, Mozart'ın, Chopin'in, Bethooven'in müzikleri, Caravaggio'nun, Rembrandt'ın, Velasquez'in, Picasso'nun ve Tamayo'nun tabloları...




Yaşama sevinci veren o kadar çok şey bulabilirsin ki. Ve kansere ya da AIDS'e yakalanırsan ortaya iki sonuç çıkabilir ki ikisi de geçerlidir: O kazanırsa, seni acıkarak, üşüyerek, uykusu gelerek, 'Canım çekti, haklıyım, şüphelerim var' gibi vıdı vıdılarıyla sana eziyet çektiren bedeninden kurtarır.




Yok, sen kazanırsan, daha alçakgönüllü, daha müteşekkir olursun ve bu da seni kolayca mutlu eder.




Hayır, bunalımda değilsin; sadece şaşkınsın. Sana ihtiyacı olan çocuğa yardım et ki, o çocuk da oğlunun yol arkadaşı olsun. Yaşlılara yardım et ki, sen yaşlandığında gençler de sana yardım etsinler.






Ölçüsüz ver; göreceksin, karşılığında sen de ölçüsüz alacaksın. Sevginin objesine hatta sevginin kendisine dönüşecek kadar sev. Ve birkaç cinayetin ve birkaç intiharın dengeni bozmasına izin verme;




iyi çoğunluktadır ama sessiz olduğu için fark edilmez. Bir bomba bir okşamadan daha çok gürültü çıkarır ama her bomba için hayatı besleyen milyonlarca okşama vardır.




Güzel bir şarkısını dinlemek ve kendisini görmek için,




Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Tatilden sonra hayat var mı? Kemer 2011 11 Jul 2011 2:41 AM (13 years ago)

Merkezden tatile merkezden tatile…




Beklenen tatil zili çaldı, bir haftalık suni teneffüse çıktık, denizin üstüne çıkıp bir nefes alıp tekrar dibine dalar gibi de döndük geldik işte…




İstanbul da denizler altı yirmibin fersah hala…
Ama şimdi akılda fikirde bir de tende güneşin, deniz suyunun izleri var mutluyuz,sağlık sıhhat huzur bizimle ya yine gideriz umutluyuz…




Rüzgarlı geçen yaz 6 aylıkken ki hallerinde tatilden hiç birşey anlamamış ben,18 aylığa terfi etmenin birde anneli ,kardeşli kuzenli dostlu eşli gitmenin rehavetinde hakkını tam 90 dan vererek tatil yaptım.




Önce anneme sonra her akşam bir diziyi final bölümü veren tv lere teşekkürler




Rüzgar sanki ekstra bir büyüdü gibi geldi bize,belki bizzat görebildiğimden,belki de işte memleketime lütufla sunulmuş dünya güzelliklerinin dayanılmaz etkisinden.





Biz elimizde makine gözümüzden görünenleri böyle resmettik, karelerde kahraman hep aynıydı,
Lakin göz başka bir şey görmüyordu ki….






(Bazı yazı ve resimler arası mesafeler tamamı ile Blogger ın yazıma kendince birşey katmak istemesinden, ne ettiysem düzelmesine ikna edemedim :)) Üzerlerine tıklayınca kocciman halini görebilirsiniz...)





&


&

&


&






&











&





&


&

&

&

&

&





















































&




&






































&





&

&


&



Seni hergün katlarca fazla seviyorum annecim...






















Nice tatillerimize...























































































































































































































































































































































































































































































































































































Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?